Allah insanı en güzel şekilde oluşturup Dünya’ya gönderdiğinde, ona kendisinden özellikler taşıyan güzel isimlerin bilgisini de lütfetmiştir. Bütün varoluşu insanın emrine ve hizmetine yönlendiren yüce kudret bilgelik namzedini halifelik unvanı ile taçlandırmıştır.
800 yıl önce Sultan Veled Hazretleri tarafından mesnevi tarzında yazılan Rebabname’de akıl’ın emanet olarak insana verildiğini, bunun iyi ile kötüyü ayırt etme yeteneği olduğunu, merd-i Hüdâ adı verilen Allah erleri’nin bu emanete layık olduklarını, Hızır (A.S.)’ın Allah erlerine örnek olduğunu, mümin (inanmış) insanın bu yolun olgun adayı olduğunu ve sabır ile bu menzilin kat edilebileceğini belirtmektedir.
Kuran’ı Kerim’de Bakara suresinde Allah’a dayananlar (müttakiler) tanımlanırken onların Gayb’e inanan ve doğru ibadeti yaşayan kişiler oldukları açıklanmaktadır. Gayb, şuurlu bilgi sahamızın dar alanı dışında, kavramaktan aciz olduğumuz her türlü varlık olduğuna göre, sınırlı bilgi edinme vasıtamız olan eşya ile ilişkimizdeki sebep-sonuç bağlantısının ötesine ve başka bir bilgi edinme yoluna yönelmemiz gerekir. Bu ilham bilgisidir ve layık olana Cenâb-ı Allah tarafından lütfedilen, zaman-mekân kaydı dışında, sonsuza açılan bir bilme, farkında olma halidir.
Tasavvufun önemli ustaları; sonsuzluk âleminin ölümsüz farkındalığına ulaşmayı, kendilerine şah damarlarından daha yakın olan yüce kudrete yakın olmakla bulacaklarına inanır ve öğretilerini inancı artırmak yönünde oluştururlar. Böylece Dünya’da yaşarken yalnızca dünya şartları ile kayıtlı değil, sonsuzlukta değişmeyen gerçeklerle hemhal olmayı tercih ederler. Günümüzde yeni yeni anlaşılan kuantum fiziği, kâinatta her zerrenin diğerinden haberdar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüce Hak dostları birlik şuurunu bu rölatif âlemde, bütüne yönelik olgunluk ile bütün boyutlarda yaşamanın örneklerini sergilemektedirler. “Ariflerin Menkıbeleri” adlı, Ahmet Eflaki tarafından 800 yıl önce yazılan kitapta, Hz. Mevlana’nın 3, 7, 16, 40 gün-gece durmadan sema yaptığı ve bir defa aynı anda 40 ayrı yerde semada görüldüğü belirtilmektedir.
Miladi 1489 yılında Bursa’da doğan Hz. Üftade Mehmet Muhittin de Türk İslam tasavvuf tarihinde seçkin bir kişiliği sergilemektedir. Konumuza uygunluğu bakımından bir olayını hatırlayalım:
Bursa’da kadılık yapan Aziz Mahmut Hüdai Efendi’ye bir kadın kocasından boşanmak dileği ile başvurur. Kocasının kurban bayramı sırasında ortadan kaybolduğunu ve 5 gün sonra hediyelerle Hacca gidip geldiğini söylediğini, bunun mümkün olamayacağını, kocasının yalan söylediğini ve bundan dolayı da boşanmak istediğini ifade eder.
Kadı, Hacca gidip geldiğini söyleyen kocayı da dinler. Adam Hac’da kendisini görenler olduğunu, onları şahit gösterebileceğini söyleyince, kadı da Hac’dan dönecek şahitlerin beklenmesine karar verir. Şahitler gelip de o kişiyi Hac’da gördüklerini söyleyince dava düşer.
Bu davadan sonra kadı, 5 günde Hacca gidip gelmenin mümkün olamayacağını düşünerek araştırmaya başlar. Davacı kadının kocasını ziyaret edip bu yolculuğun nasıl olduğunu öğrenmeye çalışır. Sonunda iki isme ulaşır. Üftade Muhittin Mehmet ve Eskici Baba.
Hacı adayı Hacca gidemeyişi sebebiyle kederliyken Üftade Hazretleri belirip onu Eskici Baba’ya gönderir. Eskici Baba tayyi mekân, tayyi zaman adı verilen ve boyutlar arasında Allah’ın izni ve rızası ile gerçekleşen bir yolculuk ile Hacı adayını Hacca ulaştırır.
Bu olay tasavvuf ehlinin kayda geçen ve inanılan vakalarından birisi olarak bilinir ve birliğe ulaşan şuurun hem kendi için, hem de başkası için boyutlar arası tasarrufunu göstermektedir.